Ana içeriğe atla

UNUTTUK MU? VAZ MI GEÇTİK?




UNUTTUK MU? VAZ MI GEÇTİK?
Nevruz bizim Bayramımız değil mi?

Birçok kültürel değerimizi unutup vazgeçtiğimiz, birilerinin isteğiyle birilerine kaptırdığımız gibi M.Ö 8. Yüzyıldan bu yana kutladığımız Nevruz Bayramımızdan da mı vaz geçeceğiz?

Türk Milleti beş bin yıldan bu yana, var olduğu, yaşadığı, hükmettiği Çin Seddi’nden, Adriyatik’e Rusya Steplerinden Kuzey Afrika’ya uzanan coğrafyada Nevruz bayramını kutlamış ve kutlamaktadır.

Nevruz Bayramı'nın Anadolu'da ve Türk kültürünün yayıldığı bölgelerde de son derece köklü ve zengin bir geçmişi vardır.

Nevruz Bayramı; Nevruz-i Sultani, Sultan Nevruz, Sultan Navrız, Navrız, Mart Dokuzu gibi adlarla da anılmaktadır.

Oniki Hayvanlı Türk Takviminde ve Melikşah'ın Celali Takvimi'nde yılbaşı olarak belirlenen 21 mart, Divanü Lügati't-Türk'te de ilkbaharın gelişi olarak belirtilmiştir.

Türk edebiyatı ve musikisine de Nevruz; Nevruz-ı Asl, Nevruz-ı Arap, Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Acem ve Nevruz-ı Seba olarak girmiştir.

Türklerde Nevruz hakkında başlıca rivayet, bugünün bir kurtuluş günü olarak kabul edilmesidir.
Yani Ergenekon'dan çıkıştır.
Nevruz Bayramı, Türklerin Ergenekon'dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan'dan Balkanlara kadar tüm Türk kavimleri ve toplulukları tarafından, M.Ö. 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart'ta Nevruz Bayramı kutlanır.

“Asya Hunları, Tsı-mach’nin Tarihi Hatıralar isimli eserinde belirttiğine göre “Her yılın birinci ayı olan yılbaşında (Mart ayı) Hun beyleri Tan-Hu ordugâhında toplanmakta, kendi âdetlerine göre kutlamalar yapmakta, ibadetlerini yerine getirmektedirler.” Fan-Ye’nin Sonraki Han Sülâlesi Tarihi (M.S. 25-200) adlı eserinde “Hunlar örf ve âdetlerine göre Mart, Ağustos, Aralık olmak üzere yılda üç defa toplanıp Tanrı’ya kurban sunup törenler yaparlardı.” denilmektedir. Tabagaçlar (315-557), Kök-Türkler (552-774), Uygurlar (745-840), Kırkız Kağanlığı (840-920) ve İlhanlılar (1220-1350) da bu geleneğin devam ettiği eski Türk takvimine göre birinci ay olan Mart ayında yeni yıl, yılbaşı, ilkbahar bayramının törenlerle kutlandığı tarihi kaynaklardan görülmekte ve bilinmektedir.” ( Kaynak; M. Yavuz ELBİRLER)

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, Ergenekon/Nevruz bayramı resmi bayram niteliğinde kutlanmakta idi. 1925 yılında Ankara’da Nevruz Bayramı nedeniyle Mustafa Kemal Atatürk’ün huzurunda yapılan bir resmigeçitte askeri kıtaların önlerinde “Gök Sancaklar, Alsancaklar” olduğu halde törene katıldıkları bilinmektedir.

Ancak! Ne hikmetse biz bunları unuttuk daha doğrusu unutturmaya çalıştılar.
Biz Nevruz’u Ergenekon'dan çıkış, baharın gelişi, doğanın uyanışı ve geleneğimiz olarak kutlamakta iken birileri her yıl 21 Mart’ta Nevruz terörü düzenlemeye başladılar.
Bu Nevruz, bildiğimiz Nevruz Bayramı değil başka bir şey.

Ülkemizin öz be öz Türk evladı olan, on binler Kürt diye ayrı bir milletten olduklarına inanıp ilkbahar bayramını, kurtuluş, başkaldırı, örgüt vs. düşüncelerle kargaşa ve anarşistçe kutlamaya başladı.

Her ne olursa olsun öz yurdunuzda öz bayramınızı kutlamaktan vaz geçmeyin….



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurt ve Çakalın Hikayesi

Kurt bir gün dolaşmaya çıkar yolda Çakala rastlar… Çakal halsiz yorgun yatmaktadır... Kurt çakala sorar ne oldu nedir bu hal... Çakal, Kurt kardeş açlıktan ölüyorum bana yardım et… Kurt bunun üzerine Çakala takıl peşime der... Bir süre gittikten sonra çayırda bir at sürüsüne rastlarlar... Kurt, Çakal’a döner… Çakal gözlerime bak gözlerimden ateş çıkıyor mu der... Çakal bilmiyorum abi deyince, Kurt Çakal’a bir tokat atar gözlerinden ateş fışkırıyor diyeceksin der... Çakal tamam abi gözlerinden ateş fışkırıyor diye cevap verir... Kurt tekrar sorar çakal tüylerim diken diken oldu mu der... Çakal bilmiyorum abi deyince tekrar tokat’ı yer ve tüylerin diken diken oldu diyeceksin der Kurt... Çakal tamam abi tüylerin diken diken oldu der... Nihayetinde Kurt At sürüsüne dalar ve oradan bir tay kapar çakala bırakır ardında çeker gider... Karnı doyan Çakal havalı havalı dolaşmaya çıkar yolda karşısına tilki çıkar... Tilkide aç susuz yatmaktadır... Çakal sorar tilki kardeş ne oldu.

Namık Kemal Zindanı

Payas Kelesi Osmanlı İmparatorluğunun son yüz yılında ve Cumhuriyetimizin ilk zamanlarında hapishane olarak da kullanılmıştır. Payas Kalesinin konumu ve dayanıklı yapısı ile bu görevi üstlendiğini düşünmekteyiz. Kalenin en ünlü misafiri kuşkusuz ki vatan şairi Namık Kemal'dir. 1873 yılında "Vatan Yahut Silistre" eserini sahneledikten sonra çıkan karar ile Kıbrıs Magosa'ya sürgün edilmiştir. Magosa sürgünü yolunda zamanın da buharlı gemilerin uğradığı ve önemli bir ticaret limanı olan Payas'a getirilmiş ve Payas Kalesi içerisinde bir hafta kadar tutularak Kıbrıs gemisinin gelmesi beklenmiştir. Namık Kemal'in kaldığı zindan; etrafı kalın duvarlar ile tamamen kapalı olan tek hayat kaynağı tavan kubbesindeki havalandırma deliği bulunan kalenin girişten sağ tarafında ki burcu idi. Fotoğrafta zindanın daha sonraları alt tarafında açılan giriş kapısı görünmektedir. vtk.

HALİFELİK VAR MI? YOK MU?

HALİFELİK VAR MI? YOK MU? Son günlerde tartışılan ve basamak olarak kullanılmaya çalışılan Halifelik makamı ve Hilafet hakkında bilinen yanlışlar nelerdir? Kısa bir yazı ile bilgi verelim. Hilafeti tekrar getirme heveslisi olanlar iyi okusun da nasıl bir hayal ile avunup kandırıldıklarını görsünler. Halifelik, yerine geçen, ardından gelen anlamına gelmektedir. İslam dininde Peygamber efendimizden sonra oluşturulan yönetim makamıdır. Yani Halifelik şura’nın, danışman’ın, adaletli yönetimin olduğu Meclistir. Peygamberimiz bile kendiliğinden bir iş yapmayarak danışarak ve adalet çerçevesine sadık kalarak yönetim yapmıştır. Kendisinden sonra gelen dört halife de bu anlayışla İslam Devletini yönetmiş şura dan, danışma dan ve meclisten vazgeçmemiştir. 661 yılında dördüncü Halife Hz. Ali’nin vefatından sonra gerçek manada halifelik kalkmıştır, bitmiştir. HALİFELİĞİN TEKRAR GELMESİ 1263 yıl boyunca Halifelik kişisel amaçlar için kullanılan bir makam ve unvan olarak kalmıştır