Ana içeriğe atla

Şehzade Mustafa - Taşlıcalı Yahya Mersiyesi

MEDED meded bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celalileri aldı Mustafa Han'ı
Dolundu mihr-i cemali bozuldu erkanı
Vebale koydular al ile al-i Osman'ı

Yalancının o kuru bühtanı, buğz-ı pinhanı
Akıtdı yaşımızı yakdı nar-ı hicranı

N'olaydı görmeye idi bu macerayı
Yazıklar ane ki reva gördü bu re'yi gözüm
Nesim-i subh gibi yerde koyma ahımızı
Hakaret eylediler nesl-i padişahimizi

Bunun gibi işi kim gördü kim işitti aceb
Ki oğluna kıya bir server-i Ömer-meşreb
ilahi cennet-i firdevs ana durağ olsun
Nizam-ı alem olan padişah sağ olsun

Taşlıcalı Yahya

Medet! Medet! bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celâlileri aldı Mustafa Han'ı

Tolundu mihr-i cemâli, bozuldu erkânı
Vebale koydular al ile Al- Osman'ı



Bunun gibi işi kim gördü, kim işitti aceb
Ki oğluna kıya bir Server-i Ömer-meşreb?

Getirdi arkasını yere Zâl-i devr-i zaman
Vücuduna sitem-i Rüstem ile erdi zeban

Döküldü gözyaşı yıldızları, çoğaldı figaan
Dem-i memâtı Kıyamet gününden oldu nişan.

Griv-i nâle vü zâr ile doldu kevn-ü mekân
Akarsu gibi müdânı ağlamakta pir ü cevân

O cân-ı âdemi yân oldu hâk ile yeksan
Diri kala ne revadır fesâd eden şeytân?

Nesim-i subh gibi yerde koyma âbımızı
Hakaret eylediler nesl-i Pâdişâhımızı.
TAŞLICALI YAHYA

BU CİHANIN YIKILDI BİR YANI
16- asrın, Fuzuli'den sonra en büyük mesnevi şairi sayılan (Hamse- 5 mesnevi sahibi) Taşlıcalı Yahya Bey'in bu heybetli mersiye'sini (ağıt) her okuyuşta ürpermişimdir. Kanuni Sultan Süleyman'ın maalesef "karılar sözüne uyarak" boğdurttuğu, bü­yük şehzadesi ve veliahdı Mustafa Han için yazılmış olan bu ağıl, belki samimiliği ve bir faciaya yaslanan heybeti bakımın­dan, edebiyatımızın en kudretli mersiyesidir.
Kanuni'nin yaşlılık zamanında, Hürrem Sultan'ın ihtiras dolapları ile yürütülen "Kadınlar Saltanatı" çağının başlangıcın­da olan bu aldanışa dayalı evlât katli trajedisini ebedileştiren şii­ri, kaç zamandır sizlere tanıtmayı düşünürdüm.
Şunu belirteyim ki, Şehzade Mustafa'nın katli, Batılıların "La Rossa" yahut "Roxelana" dedikleri Hürrem Sultan'ın saray entrikaları ve Rüstem Paşa'nın hileci, rüşvetçi şahsiyeti Osman­lı tarihinin edebiyata en çok yansımış bir devri sayılabilir. Bu te­sirli Mersiye'den başka, Abdulhak Hamid'in "Kanuni'nin Vic­dan Azabı" adlı (henüz yayımlanmamış) piyesi ve Hürrem Sul­tan üzerine birçok romanlar, hikâyeler, tiyatro eserleri yazılmış­tır.
Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinde, Kanuni'yi aldatmak suretiyle, Hürrem Sultan'la birlikte başrolü oynayan Hırvat Rüstem Paşa'nın karanlık şahsiyeti hakkında geniş bilgi için ise, İsmail Hami Danişmend'in "Osmanlı Tarihi Kronolojisi" (Türkiye Yayınevi, İst.) ile Mustafa Müftüoğlu'nun "YÜZ KÜÇÜK ADAM" adlı eserleri okunabilir.
Şehzade Mustafa'nın acıklı vakası kısaca şöyledir:
Kanuni 60 yaşında bulunduğu sıralarda, hayatta dört oğlu ile bir kızı bulunuyordu. Oğullarının en büyüğü, Kanuni'nin Hürrem'den önceki gözdesi Gülbahar Sultan'dan (Mahidevran Sul­tan) olan Şehzade Mustafa idi. Diğer oğullan Selim, Bayezid ve Cihangir ile kızı Mihrimah ise, Hürrem'in çocukları idiler. Hür­rem, ne pahasına olursa ol$un, büyük oğlu Şehzade Selim'i (Sonradan E. Selim adiyle tahta geçmiştir.) Padişah yapmak is­tiyordu. Oysa devletin bekasını düşünen Kanuni Süleyman, bü­yük oğlu (Gülbahar'dan olma) Mustafa'yı çok değerli, cesur, tecrübeli buluyor, kendisine veliahd olarak yetiştiriyordu. Mus­tafa Han, o sırada Amasya vahşiydi.
Ne var ki, Ukraynalı bir papazın tazı olan Slav güzeli Hürrem Sultan, hele "makbul" vezir İbrahim Paşa'nın katlinden sonra, yaşlı Kanuni'yi, işvesi ve zekâsı ile büsbütün avucunun içine al­mıştı. Rakibi Gülbahar Sultan'ı Manisa'ya sürgün ettirmeyi bile başardıktan sonra, Topkapı Sarayında bir "taçsız kraliçe" gibi davranıyordu.
Çok geçmeden kendisine Hırvat Rüstem Paşa gibi bir de hırslı müttefik buldu. Kızı Mihrimah Sultan'ı, bu kurnaz adamla evlendirdikten ve onu koca devletin sadrazamlığına getirmeyi de başardıktan sonra, Kaynana-Damat-Mihrimah üçlüsü artık, İmparatorluk yönetimini, istedikleri tarzda kurcalamaya başla­dılar. Ayrıca, belki her ikisinin Türk soyuna ve Osmanlı devleti­ne, şuurdan veya içgüdüden gelme düşmanlıkları da vardı.
Hürrem Sultan, kendisine tutkun olan Kanuni'nin bütün za­yıf yanlarını, meyillerini, onu elde tutma yolları biliyor, bun­lar üzerine Rüstem Paşa'yla istişare ediyordu. Yok etme, sürgün, kayırma hattâ rüşvet plânlan böylece hazırlanıyordu.
Nitekim Şehzade Mustafa'yı, bizzat sevgili babasının fermanıyla öldürterek yok etme ve Şehzade Selim'e padişahlık yolunu açma ihaneti de böyle hazırlandı. Kanuni'nin de her hükümdar gibi, kendisini sağlığında devirecek olanlara, orduyu kışkırtarak devleti parçalaması ihtimali bulunanlara karşı çekingenliği, ku­runtuları vardı. İşle Padişahı bu duygusundan avladılar.
Ömrü savaşlar, fetihler ile geçen şanlı hükümdar, yaşlılık ve hastalıklar dolayısıyla, artık ordusunun başına geçip seferlere çıkmaya pek hevesli değildi. Şehzade Mustafa ise, babasının çok zor vazifeler vererek hükümdarlığa hazırladığı, mükemmel tahsil görmüş, ruhça sağlam, vücutça yakışıklı, tahtta Süley­man'ın ihtişamını liyakatla sürdürecek değerde bir insandı. O zaman 35 yaşlarında olan bu şehzade, önderlik, kumandanlık vasıfları ile bütün askerin, yeniçeriler ve devlet erkânının da gözbebeği bulunuyordu.
İşte baba ile oğlunu arasını açmaya, yaşlı Kanuni'nin bu zaa­fından ve Mustafa'nın büyük devlete baht yıldızı olma istida­dından başladılar. Önce, Şehzade'nin İran Şahı Tahmasb ile gizli temasları bulunduğu, Şah'ın kızını alacağı ve onun yardımıyla Kanuni'yi devireceği hakkında rezilce söylentiler çıkardı­lar.
Padişah bu laftları: "Hâşâ, Mustafa Han oğlum, bu küstahlık­lara kalkışamaz. Böyle uygunsuz işler Şehzademe yakışmaz. Bazı fesatçılar, onun istikbalini kıskandıkları için böyle uydur­malara tevessül ederler" diyerek kesip attı.
İşte bunun üzerine Hürrem ve Rüstem oturup sahte bir belge düzenlediler:
Sözde Padişahın ihtiyarlık dolayısı ile son İran seferine, as­ker önünde bizzat çıkmak gücünde olmadığı... Yeniçerilerin güçlü ve kudretli Şehzade Mustafa'nın kumandasını arzuladıkları... Buna bütün gücü ile karşı koymak isleyen Rüstem Pa­şanın ise kellesini istedikleri vs. bu sahte belgede yazılı idi. Bel­geyi Padişaha gönderen Rüstem Paşa, binbir dil dökerek, Kanu­ni'nin askeri tatmin için bizzat sefere çıkmasını rica etmeyi de unutmuyordu.
Kanuni, nihayet bu hilelere kapılarak, kendisine ihanet emeli taşıdığına inandığı oğluna gazap etti. Hem Mustafa'yı ağır şekil­de cezalandırmak hem de İran Şahı Tahmasb'a haddini bildir­mek için 1553'te İran seferine çıktı. 21 Eylül 1553, Konya Ereğlisi yakınında Aktepe'de konakladı. Oğlu Mustafa da Amas­ya'dan gelerek, kendisine orada katılacaktı.
Facia işte orada olupbitti. İçinde hiçbir kötülük ve suçluluk hissi bulunmayan Mustafa, babasının elini öpmek sevinciyle gelip Padişah otağı yakınında konakladı. Kendisine ihtiyatlı ol­masını hatırlatanlara gülüyor: "Eğer ölmem mukadderse, bu ha­yatı bana verene iade etmekten daha güzel ne yapabilirim?" di­yordu.
Veliahd'ın gelişi büyük heyecan kopardı. Yeniçeri ve serdar­lar onu alkışladılar. Duaları ve tezahüratı tebessümlerle karşıla­yan Mustafa, babasının elini öpmek üzere hemen Otağ-ı Hümayun'a koştu. Hayret! Ortalıkla muhafızlar, merasim kıtaları yok­tu. Padişahın çadırını da bomboş bulan Şehzade tam geri dön­mek üzre iken... Nereden çıktığı bilinmeyen güçlü kuvvetli yedi dilsiz üzerine çullandılar...
Mustafa, kaçmayı onuruna yediremedi, hem de perişan ola­cak Osmanlı tahtını, isyanla, kanla lekelenecek evlât bahtını dü­şündü. Yeniçeriler, bin can ile onu korumaya ve hükümdar yap­maya hazır iken, hiçbir feryat koparmayarak yedi dilsiz ile uzun müddet vuruştu. Nihayet takat yetiremeyip şehit düştü. Güzel nâşı ise, ibreli âlem için, tâ ordugâhın ortasında, bir halı üzerinde teşhir olundu. Sonra da gömülmek üzre, Bursa'ya Muradiye tür­belerine gönderildi.
Çok sevilen ve Osmanlı devletinin Kanuni çapında devamı ümidi olan Mustafa'nın böyle sebepsiz ve hileli idamı, asker, erkân ve halk arasında büyük üzüntü ve isyan doğurmuştur. Taşlıcalı Yahya Bey'in yukarıdaki mersiyesi işte asker arasın­daki o teessür ve isyanın, ölümsüz şiir halinde ifadesidir.
Taşlıcalı Yahya Bey, sarayda yetiştirildikten sonra, Şehzade Mustafa'nın maiyetine verilmiş Yeniçeri kumandanlarındandır. Şair ve asker olarak bağlı bulunduğu bu şanlı padişah adayına yapılan hile ve zulüm onu çileden çıkarmıştır. Bu şiir onun ve­fası, devlete bağlılığı ile beraber, medeni cesaretini de gösteren eşsiz bir sanat beratıdır.
Şiirde, Kanuniyi aldatarak eşsiz oğluna karşı bu cinayeti iş­letenlerin, ayni zamanda Osman Oğullarının (Al-i Osman) şere­fine leke sürdükleri belirtilmekte, adaletsizlik ve hileye karşı kükreyen arslanın ıstırabı sezilmektedir.
"Vücuduna sitem-i Rüstem ile erdi zeban" mısraında, facia­nın rejisörü Rüstem Paşa'nın adı lanetle anılmaktadır. Nitekim Mustafa'nın katli üzerine, askerin zoru ile sadrazamlıktan (Baş­bakanlık) atılan Rüstem Paşa, daha sonra, ikinci sadrazamlığın­da, şair Yahya Bey'den intikam almak isteyecektir.
Şimdi bu kudretli Mersiye'yi, incelikleri ile kavramaya çalı­şalım:
Beyit: "Medet! Medet! bu cihanın yıkıldı bir yânı!" mısraı ölüm karşısında bir çığlık olarak, edebiyatımızda eşsiz bir söy­leyiştir. Beytin ikinci mısraında "Ecel celâlileri" (eşkıyası) ifa­desi ile hem bu facianın rejisörleri, hem dilsiz cellâtlar yeril­mektedir.
Beyit: Şehzadenin, güneşe benzeyen güzel yüzü, son bir kere "tolun halde" görülmüş, sonra bu güzelliğe kıyılmıştır. Bu cinayeti düzenleyenler "al ile" (yaptıkları hile ile) Osmanlı ha­nedanını dahi vebal (itham, günah) altına koymuşlardır.
Beyit: Tarih karşısında büyük şaşkınlık duyan şair, o kadar büyük adam, muhteşem padişah bildiği Kanuni'yi, aldanışından ötürü kınamakta, böyle bir oyuna gelmesini hayretle karşıla­maktadır: Kanuni ki, Ömer-Yaratılışlı, yani adaleti her şeye üs­tün tutan bir padişah (server) tır. Böyle görülmemiş, işitilmemiş bir "işi" nasıl yapabilir?.
Beyit: İran destanı Şehname'nin baş yiğitleri olan Zâl ve oğlu Rüstem'e işaret eder görünmekle birlikte, bu cinayetin baş tertipçisi olan Hurrem Sultan ve Rüstem Paşa kınanmaktadır. "Bu dönek zaman"ın hilece Zâl'ı, yiğitçe değil fakat kalleşçe Şehzade'nin "arkasını yere getirmiş"tir. "Rüstem'in kötülüğü yüzünden" Mustafa'ya dil ve kılıç (zeban) üşüştürmüşlerdir.
Beyit: Şehzade'nin ölümünden duyulan umumi üzüntü di­le getirilmiş ve cenazesinde büyük bir kalabalığın bulunduğu da anlaşılmıştır. "Dem-i memâtı (ölüm günü) Kıyamet gününe benzemiştir.
Beyit: Halkın ıstırap ve ağlayışları kudretli şair lisanı ile söylenmekledir:"Feza ve yeryüzü inilti ve çığlık gürültüleriyle doldu. Genç yaşlı bütün halk, akarsu gibi devamlı ağlamak­ta."
Beyit: Şehit Mustafa için "insanlığın ruhu" (cân-ı ademiyân) deyimini kullanmakta ve intikam istemektedir: Mademki o yerle bir (hâk ile yeksan) oldu. Fesad eden şeytanın (Rüstem'le Hurrem) diri kalması reva mıdır?
Son beyit: Ulu Tanrı'ya bir intikam ve adalet niyazıdır:"Sabah rüzgârını nasıl yerde koymuyorsan, öylece, bizim ahimizi da yerde koyma" (Yapanların yanına bırakma). Çünkü -bize ya­pılsa belki zarar yok ama- "Padişahımızın soyuna, nesline haka­ret ettiler."
AHMET KABAKLI ( Tercüman, 18 Temmuz 1976)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurt ve Çakalın Hikayesi

Kurt bir gün dolaşmaya çıkar yolda Çakala rastlar… Çakal halsiz yorgun yatmaktadır... Kurt çakala sorar ne oldu nedir bu hal... Çakal, Kurt kardeş açlıktan ölüyorum bana yardım et… Kurt bunun üzerine Çakala takıl peşime der... Bir süre gittikten sonra çayırda bir at sürüsüne rastlarlar... Kurt, Çakal’a döner… Çakal gözlerime bak gözlerimden ateş çıkıyor mu der... Çakal bilmiyorum abi deyince, Kurt Çakal’a bir tokat atar gözlerinden ateş fışkırıyor diyeceksin der... Çakal tamam abi gözlerinden ateş fışkırıyor diye cevap verir... Kurt tekrar sorar çakal tüylerim diken diken oldu mu der... Çakal bilmiyorum abi deyince tekrar tokat’ı yer ve tüylerin diken diken oldu diyeceksin der Kurt... Çakal tamam abi tüylerin diken diken oldu der... Nihayetinde Kurt At sürüsüne dalar ve oradan bir tay kapar çakala bırakır ardında çeker gider... Karnı doyan Çakal havalı havalı dolaşmaya çıkar yolda karşısına tilki çıkar... Tilkide aç susuz yatmaktadır... Çakal sorar tilki kardeş ne oldu.

Namık Kemal Zindanı

Payas Kelesi Osmanlı İmparatorluğunun son yüz yılında ve Cumhuriyetimizin ilk zamanlarında hapishane olarak da kullanılmıştır. Payas Kalesinin konumu ve dayanıklı yapısı ile bu görevi üstlendiğini düşünmekteyiz. Kalenin en ünlü misafiri kuşkusuz ki vatan şairi Namık Kemal'dir. 1873 yılında "Vatan Yahut Silistre" eserini sahneledikten sonra çıkan karar ile Kıbrıs Magosa'ya sürgün edilmiştir. Magosa sürgünü yolunda zamanın da buharlı gemilerin uğradığı ve önemli bir ticaret limanı olan Payas'a getirilmiş ve Payas Kalesi içerisinde bir hafta kadar tutularak Kıbrıs gemisinin gelmesi beklenmiştir. Namık Kemal'in kaldığı zindan; etrafı kalın duvarlar ile tamamen kapalı olan tek hayat kaynağı tavan kubbesindeki havalandırma deliği bulunan kalenin girişten sağ tarafında ki burcu idi. Fotoğrafta zindanın daha sonraları alt tarafında açılan giriş kapısı görünmektedir. vtk.

HALİFELİK VAR MI? YOK MU?

HALİFELİK VAR MI? YOK MU? Son günlerde tartışılan ve basamak olarak kullanılmaya çalışılan Halifelik makamı ve Hilafet hakkında bilinen yanlışlar nelerdir? Kısa bir yazı ile bilgi verelim. Hilafeti tekrar getirme heveslisi olanlar iyi okusun da nasıl bir hayal ile avunup kandırıldıklarını görsünler. Halifelik, yerine geçen, ardından gelen anlamına gelmektedir. İslam dininde Peygamber efendimizden sonra oluşturulan yönetim makamıdır. Yani Halifelik şura’nın, danışman’ın, adaletli yönetimin olduğu Meclistir. Peygamberimiz bile kendiliğinden bir iş yapmayarak danışarak ve adalet çerçevesine sadık kalarak yönetim yapmıştır. Kendisinden sonra gelen dört halife de bu anlayışla İslam Devletini yönetmiş şura dan, danışma dan ve meclisten vazgeçmemiştir. 661 yılında dördüncü Halife Hz. Ali’nin vefatından sonra gerçek manada halifelik kalkmıştır, bitmiştir. HALİFELİĞİN TEKRAR GELMESİ 1263 yıl boyunca Halifelik kişisel amaçlar için kullanılan bir makam ve unvan olarak kalmıştır